TSKB Ekonomik Araştırmalar’ın “Gıda Güvencesi: Soframızın Bugünü ve Yarını” başlığıyla hazırladığı rapor, gıda güvencesinin, sürdürülebilirliği esas alan politika adımlarıyla sağlanmasının yalnızca açlıkla savaş konusunda değil, iklim krizinin etkileriyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, su kaynaklarının verimli kullanılması ve toprak bozulmasının önlenmesine ilişkin pek çok kalkınma temasıyla ortak noktası olduğunun altını çiziyor. Rapor ayrıca kalkınma finansmanı kuruluşlarının gıda güvencesini sağlamaya yönelik finansman sunmasıyla, Türkiye’nin gıda güvencesi ve bağlantılı Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nda daha hızlı gelişme kaydedebileceğine dikkat çekiyor.
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişimi ve sürdürülebilir kalkınmasına yönelik araştırma faaliyetlerine tüm hızıyla devam eden TSKB Ekonomik Araştırmalar, “Gıda Güvencesi: Soframızın Bugünü ve Yarını” başlıklı yeni raporunu yayımladı. Türkiye’nin gıda güvencesinde OECD ortalamasının gerisinde bir performans sergilediğine dikkat çeken rapor, gıda güvencesinin sürdürülebilirliği esas alan politika adımlarıyla sağlanabileceğine işaret ederek, kalkınma finansmanı kuruluşlarının gıda güvencesini sağlamaya destek verme konusunda önemli rol oynadığını belirtiyor.
TSKB Ekonomik Araştırmalar Departmanı’ndan Gül Yücel tarafından hazırlanan rapor, Türkiye’de gıda güvencesinin sağlanmasıyla birlikte, bağlantılı Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nda da gelişme kaydedilebileceğine vurgu yapıyor.
Rapor, gıda güvencesinin kalkınma gündeminde; iklim krizi, su varlığı, toprak ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi diğer önemli kalkınma konularıyla kesiştiği noktaları da analiz ediyor. Bu noktalardan hareketle, gıda güvencesinin, sürdürülebilirliği esas alan politika adımlarıyla sağlanmasının yalnızca açlıkla savaş konusunda değil, iklim krizinin etkileriyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, su kaynaklarının verimli kullanılması ve toprak bozulmasının önlenmesine ilişkin pek çok kalkınma temasıyla ortak noktası bulunan bir konu olduğu sonucuna varıyor.
İklim Krizi, Kişi Başı Yıllık Gıda Tüketimini %4,6 Oranında Düşürebilir
İklim krizinin yıkıcı etkilerinin temel tarım ürünlerinin rekoltelerindeki gerilemeyi tetikleyebilmesi açısından tehlike oluşturduğuna işaret eden raporda yer verilen bir araştırmaya göre; dünyada kişi başı yıllık gıda tüketimi 2050 yılında 573 kilograma ulaşabilecek. Diğer yandan, bu rakamın iklim krizi etkileri dikkate alındığında 547 kilograma kadar gerileyebileceği belirtiliyor. Bir başka deyişle, tahminler dünyada kişi başı gıda tüketiminin iklim krizi etkisiyle yüzde 4,6 oranında gerileyebileceğini gösteriyor.
Rapor, artan nüfusun önümüzdeki dönemde tarımsal ürünlere talebi arttırabileceğine ve artan talebe karşılık gittikçe azalan su kaynaklarının, gıda güvencesinin sağlanabilmesine karşı büyük bir risk faktörü oluşturduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’nin toplam çekilen suyun yüzde 84,9’unu ve toplam yer altı suyunun yüzde 67’sini tarımsal sulamaya ayırdığını belirten rapor, bu durumun içme ve kullanma suyunun yeterli olmadığı durumlarda kullanılmak için bir rezerv işlevi gören yer altı su varlığı için bir tehlike oluşturduğunu kaydediyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Çiftlikten Çatala Stratejisi’nin detaylarına değinen rapor çalışması, aynı zamanda Türkiye’nin gıda güvencesi alanındaki politika gündemini Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2019-2023 Stratejik Planı, Ekonomi Reformları Eylem Planı ve Ticaret Bakanlığı’nın yayınladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı üzerinden ele alıyor.
Raporda ön plana çıkan diğer satır başları şöyle:
• Dünyada yeterli beslenemeyen kişi sayısının, toplam nüfusa oranının 2030 yılında 2019 yılındaki yüzde 8,9 seviyesinden yüzde 9,8’e yükseleceği öngörülüyor.
• Dünyada tarımsal üretim ve toprak kullanımı kaynaklı emisyonlar toplam sera gazı salımının yüzde 18’ini oluşturuyor. Bununla birlikte, akademik çalışmalar yalnızca gıda üretimi değil, tüketimi ve atığının da önemli oranda emisyon salımına sebep olduğunu gösteriyor. Gıdaların üretimi ve tüketimi kaynaklı emisyonların yaklaşık 4’te biri, tedarik zincirinde bozulan veya tüketiciler tarafından çöpe atılan gıdalardan kaynaklanıyor.
• FAO’nun tahminlerine göre artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılayabilmek için, dünya gıda üretimi 2050 yılına kadar yüzde 60, kullanılabilir su miktarı ise yüzde 15 oranında artmak durumunda. Bununla birlikte, 2025 yılına kadar 1,8 milyar insanın kişi başı yıllık 500 metreküpten daha az su mevcudiyeti olan “kesin kıtlık” altındaki bölgelerde yaşayacağı ve dünya nüfusunun 3’te 2’sinin yıllık kişi başı 500-1.000 metreküp arasında su mevcudiyeti olan su kıtlığı altındaki bölgelerde yaşayacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla, tarımsal üretime artan talebe karşılık, gittikçe azalan su kaynakları gıda güvencesinin sağlanabilmesine karşı büyük bir risk faktörü oluşturuyor.
• Türkiye’nin gıda güvencesi karnesinde “oldukça zayıf” olarak değerlendirilen 3 kategorinin 2’si de su görünümüne ilişkin: “Tarımsal İthalat Tarifeleri”, “Su” ve “Okyanuslar, Irmaklar ve Göller.”
• Türkiye, OECD ülkeleri arasında toplam çekilen sudan en yüksek payı tarımsal sulamaya ayıran ülke olarak konumlanıyor. Aquastat’ta yer alan verilere göre, toplam su tüketimi için çekilen suyun yüzde 84,9’u tarımsal sulama için kullanılıyor. Bu oran, ayrıca AB üye ülkeleri genelinde kaydedilen yüzde 30,9 seviyesinin oldukça üzerinde yer alıyor.
• Dünya genelinde toplam arazinin yüzde 37’si tarım için kullanılırken, gezegenimizde yer alan toprağın yüzde 33’ü çölleşme sonucu yok olmuş durumda. Araştırmalar toprak kaymasının mahsul rekoltesinde yüzde 50 oranında kayıp yaratabileceği ve ağaçsızlaşma ve erozyon kaynaklı ekonomik kaybın yıllık 1,5 ila 3,4 trilyon Euro arasında değişebileceğine dikkat çekiliyor
• Aile reisinin kadın olduğu ailelerde gıda tüketiminin toplam gelir içindeki payı daha yüksek. Bu da kadının tek ebeveyn olduğu ailelerde gıda dışı harcamalar için daha az maddi kaynağın olduğuna işaret ediyor. Gıda güvencesinin sağlanabilmesi, gıdanın ekonomik anlamda erişilebilir olmasının sağlanması açısından, kadınların gıda dışı harcamalara daha fazla kaynak ayırabilmesini sağlayarak kadınların ekonomik güçlenmesine katkıda bulunabilir.
• Çiftlikten Çatala Stratejisinin AB ekonomisi ve küresel ekonomi üzerindeki etkisinin tahmin edilmesine ilişkin literatür çalışmaları henüz yeni yeni ortaya çıkmaya başlasa da hem AB’deki tarımsal üretimde hem de ihracat pazarlarındaki rekabet güçlerinde olası azalmalara işaret ediyor. Burada temel fikir, pestisitler, gübreler, antimikrobiyaller ve diğerleri gibi tarımsal girdilerin kullanımına ilişkin kısıtlamaların tarımdaki teknolojik yenilikleri geride bırakabileceği, dolayısıyla tarımsal üretimde bir düşüşü hızlandırabileceği ve bunun da gıda fiyatlarında enflasyona yol açabileceği etrafında konumlanıyor.
“Gıda Güvencesi: Soframızın Bugünü ve Yarını” raporuna ulaşmak için tıklayınız.