“Sürdürülebilir kalkınma, yeşil büyüme derken ilk değişim insan kaynakları süreçlerinde görülüyor. Ayrıca bu kültürel değişime liderlik edecek yeşil yakalı unvanlar veya gönüllülük esasına dayalı yeşil yaka projeleri ortaya çıkıyor. Yapılan iş veya pozisyondan bağımsız, sürdürülebilirlik değerlerini yaşam ve iş felsefesinin merkezine koyan çalışanlar “yeşil yakalılar” olarak tanımlanıyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir süredir yeşil yakalı unvanlar tanımlanıyor, istihdam ediliyor.”
Şimşek, kurumsal gelişim, değişim yönetimi, sürdürülebilirlik, iş mükemmelliği, yalın altı sigma uygulamaları alanlarında uzman bir isim olan Proje ve Yönetim Danışmanı Eliz Esra Şimşek, vizyonunu her bireyin, kendi yaşam kalitesini arttırabilecek iç potansiyele sahip olduğunu görmesini ve “insan” ile başlayan değişimin kurumların sürdürülebilir gelişimlerine katkı vermesini sağlamak olarak anlatıyor. Lisans eğitimi Çevre Mühendisliği üzerine olan Eliz Esra Şimşek, iş yaşamı devam ederken İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde MBA lisansüstü derecesini de almış. Daha sonra Galatasaray Üniversitesi’nde Yönetim Bilişim Sistemleri (MIS) programını tamamlamış. Merkezi ABD’de bulunan Project Management Institute üyesi ve bu kurumdan PMP (Project Management Professional) derecesine sahip. 13 yıldır çeşitli sektörlerde ve kurumsal firmalarda çok sayıda projede görev almış ve çalışmalarını şu anda da sürdürüyor. Aynı zamanda iş ve yönetim alanındaki en prestijli yayımlardan Harvard Business Review’un Türkiye blogunda da yazıları yayınlanıyor. Sürdürülebilir Kalkınma üzerine konuştuğumuz Eliz Esra Şimşek ile Türkiye’nin bu alandaki çalışmalarını, yeşil büyüme, yeşil marka kavramlarını ve son yıllarda pek çok şirkette istihdam edilmeye başlanan “yeşil yakalıları” konuştuk.
Sürdürülebilir kalkınma nedir, neleri kapsar?
Kalkınma ekonomik olarak gelişmeyi ifade eden bir kavramdır. “Bir ekonomide halkın değer yargıları, dünya görüşüyle tüketim ve davranış kalıplarındaki değişmeleri içerecek biçimde toplumsal ve kurumsal yapıda dönüşüme yol açan büyüme” olarak tanımlanıyor. “Sürdürülebilirlik” ise tek başına kullanıldığında var olan bir durumun korunarak devam ettirilmesi anlamına geliyor. Bu iki kelimenin birlikte kullanılmasıyla oluşan “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı ilk kez 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan Brundtland Raporu’nda “Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlandı.
Türkiye, “Yeşil Büyüme” yaklaşımını benimseyen ülkelerden biri. Nedir “Yeşil Büyüme” ve Türkiye bu anlamda nasıl bir yol kat etmeli?
Yeşil büyüme sürdürülebilir kalkınma kavramı içerisinde yer alan daha çevresel odaklı ve spesifik bir yaklaşımdır. UNEP, OECD gibi uluslararası örgütler yeşil büyümeyi diğer bir adıyla ekonomiyi çevresel riskleri ve ekolojik kıtlığı azaltırken insan refahının ve sosyal eşitliğin iyileştirilmesi olarak tanımlıyor. Yine de yeşil büyümenin net bir tanımı olduğunu söyleyemeyiz, çünkü her ülkenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda eksiklerini ve geliştirilmesi gereken yönlerini farkında olarak stratejilerini ona göre belirlemesi gerekiyor.
Ülkemiz ise, çevre sorunlarının çözümü için yapılan uluslararası işbirliğinde aktif rol oynamak ve katkı sağlamak amacıyla, hem Birleşmiş Milletler düzeyinde hem de bölgesel düzeyde pek çok uluslararası çevre sözleşmesine taraf oldu. 2012 yılında “Geleceği Sahiplenmek” adını verdiği sürdürülebilir kalkınma raporunu yayımlayarak “Yeşil Büyüme” yaklaşımını benimsediğini tüm dünya ülkeleri ile paylaştı. 2015 yılında New York’ta gerçekleşen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde 2030 Küresel Hedefler, içerisinde Türkiye’nin de bulunduğu 193 ülke tarafından imzalanmıştır. 17 ana başlıktan oluşan bu hedeflerde; yoksulluğa son verilmesi, nitelikli eğitim, erişilebilir ve temiz enerji, toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilir şehir ve yaşam alanları, sorumlu tüketim ve üretim gibi önemli konular yer alıyor.
Tüm bu sorunlar global anlamda önem taşıyor, dolayısıyla bizim de ülke olarak önceliğimiz global hedeflere uyum sağlayarak, detayda ve bütünsel olarak stratejilerimizde bu konulara yer vermek olmalıdır. Bu konunun global olarak ele alınması da tek başına bir kişinin veya ülkenin sonuca varamayacağını ifade ediyor aslında. Dolayısıyla her bireyin, her şirketin, her organizasyonun, her ülkenin yapabileceği bir katkı mutlaka vardır. Dünyayı yaşanabilir kılmanın ve gelecek nesillere kaliteli bir yaşam sunmanın sorumluluğunu hepimiz kabul etmeliyiz.
BIST Sürdürülebilirlik Endeksi hakkında bilgi verir misiniz? Amacı nedir?
Türk iş dünyasında sürdürülebilir kalkınma konusunda farkındalık yaratan önemli gelişmelerden birisidir. Borsa İstanbul ile Ethical Investment Research Services Limited arasında; şirketlerin çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim konularındaki performanslarını baz alan BIST Sürdürülebilirlik Endeksinin hesaplanması amacıyla bir işbirliği anlaşması imzalandı. Endeks seçim kriterlerinin ana başlıklarını; Çevre Kriterleri “çevre, biyoçeşitlilik, iklim değişikliği”, Kurumsal Yönetim Kriterleri “yönetim kurulu yapısı, rüşvetle mücadele” ve Sosyal Kriterler “insan hakları, sağlık ve güvenlik” oluşturuyor. Bu kriterlerin hesaplanmasıyla, şirketlerin tüm dünya için önemli olan sürdürülebilirliğe ilişkin konulara nasıl yaklaştıklarını ortaya koyarak, yaptıkları faaliyetlerin ve aldıkları kararların bağımsız bir gözle değerlendirilmesi amaçlanıyor. BIST Sürdürülebilirlik Endeksi’ne dahil edilecek şirketler ilk olarak Kasım 2014’te belirlendi ve 15 şirket BIST Sürdürülebilirlik Endeksinde işlem görmeye başladı. Kasım 2016 – Ekim 2017 dönemi içinse 43 şirket endekste yer alıyor.
Kurumsal sürdürülebilirlik nedir ve iş dünyası açısından neden önemlidir? Şirketler bu sayede ne gibi kazanımlar elde edebilirler?
İş dünyasında kurumsal sürdürülebilirlik büyümenin anahtarı olarak görülüyor. Risklerini ve fırsatlarını etkin şekilde yöneten şirketler rekabet avantajı kazanıyor. Kurumsal sürdürülebilirlik, şirketlerde uzun vadeli değer yaratmak amacıyla, ekonomik, çevresel ve sosyal faktörlerin kurumsal yönetim ilkeleriyle birlikte şirket faaliyetlerine ve karar mekanizmalarına uyarlanması ve bu konulardan kaynaklanabilecek risklerin yönetilmesiyle finansal sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır. Şirketlerin bu sayede ürün/hizmet kalitesinde artış, paydaş memnuniyetinde iyileşme, artan karlılık, yeni pazarlarda yer almak, marka değerinin artması gibi çeşitli alanlarda kazanımlar elde etmesi mümkün.
Sürdürülebilir iş stratejilerini belirlerken neler öne çıkar?
Doğru mesajlar vermek, mevcut durum analizi yapmak, öncelikleri belirlemek başlangıç adımları arasında. Öncelikle değişimin içselleşmesi ve kültüre yerleşmesi için sürdürülebilirlik uygulamalarını tek bir grubun veya çalışanın görevi olmaktan çıkarmalı, tüm pozisyonlardaki çalışanlara kendi operasyonlarında sürdürülebilirlik ilkelerini göz ardı etmemeleri gerektiği benimsetilmeli. Sürdürülebilir iş stratejisini hayata geçirmenin en önemli püf noktası bu stratejiyi ana stratejiyle entegre edebilmek olmalı, ancak bu şekilde kalıcı ve sürekli bir başarı elde edilebilir. Genel bir politika oluşturmak, öncelikli konuları belirlemek, aksiyonlar oluşturmak, hedefler ve sorumlulukları tanımlamak temel adımlar olmakla birlikte; organizasyonlar genel çerçeveyi belirlemek ve global hedefleri daha iyi anlamak isterlerse dahil olabilecekleri uluslararası bir taahhüt de bulunuyor. Tüm dünyada faaliyet gösteren UN Global Compact küreselleşmenin zorluklarını ortadan kaldırmaya destek olunması için, “sorumlu kurumsal vatandaşlık ve sürdürülebilir kurumlar” kavramını yaygınlaştırmaya çalışıyor. Uluslararası düzeyde özel sektör ve diğer sosyal paydaşlar ile işbirliği yaparak sürdürülebilir ve kapsayıcı bir küresel ekonomi sağlamayı hedefliyor. UN Global Compact katılımcıları UNCG tarafından yayımlanan 10 ilkeye uyum sağlayacaklarını taahhüt ediyor. 10 ilkenin genel çerçevesini “İnsan Hakları, Çalışma Standartları, Çevre, Yolsuzlukla Mücadele” konuları oluşturuyor. UN Global Compact’ın Dünya’da 12.321, Türkiye’de 246 katılımcısı var.
Sürdürülebilirlik uygulamaları İnsan Kaynakları süreçlerine nasıl etki ediyor?
Sürdürülebilir kalkınma, yeşil büyüme derken ilk değişim insan kaynakları süreçlerinde görülüyor. Ayrıca bu kültürel değişime liderlik edecek yeşil yakalı unvanlar veya gönüllülük esasına dayalı yeşil yaka projeleri ortaya çıkıyor. Yapılan iş veya pozisyondan bağımsız, sürdürülebilirlik değerlerini yaşam ve iş felsefesinin merkezine koyan çalışanlar “yeşil yakalılar” olarak tanımlanıyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir süredir yeşil yakalı unvanlar tanımlanıyor, istihdam ediliyor.
En üst düzey yeşil yaka unvanı olarak CSO (Chief Sustainability Officer) insan kaynakları terminolojisine girmiş bulunuyor. Türkiye’de yapılan bir araştırma 50 bin yeşil yakalı istihdam edildiğini ve yakın gelecekte bu rakamın 2 katına çıkabileceğini söylüyor. Dünyadaki veriler de bu değişimin hızını gösteriyor, 1992’de sürdürülebilirlik konularında çalışan 70 bin kişi varken, bu rakam şimdilerde 700 binin üzerinde. Eczacıbaşı Holding, Garanti Bankası, Anadolu Efes, Akbank, Borusan Holding, Boyner Holding, Kale Seramik, Şişecam gibi birçok şirkette “Sürdürülebilirlik Yöneticisi, Çevre Yöneticisi veya Kurumsal Sorumluluk unvanlarında yeşil yaka yöneticiler bulunuyor. Tema Vakfı ve Baltaş Grubu’nun geçen sene “Yeşil Yaka Programı” adı altında gerçekleştirdiği eğitim de bu konudaki farkındalığın artmasına katkı sağladı.
Yeşil marka yaratırken neler öne çıkıyor?
Yeşil marka yaratılırken ürünün tasarımından bertarafına veya geri kazanımına kadar, paketlenme yöntemi, taşınması, etiketlenmesi vb. gibi birçok aşama dikkate alınıyor. Ürün veya hizmetin yaşam döngüsü ve değer zincirindeki tüm aşamalarda çevresel, sosyal, kaynak kullanımı bakımından olumsuz etkilerinin azaltılması veya tamamen giderilmesi bekleniyor. “Sürdürülebilir İş”e giden yol haritasında yaşam döngüsü ve değer zinciri analizlerinin yapılması çok önemli aşamalar. Bu analizler sayesinde her şirket kendine özgü iyileştirmesi gereken noktaları doğru tespit ediyor ve kaynaklarını doğru kullanarak avantaj sağlıyor.
Sürdürülebilirlik ve yeşil marka gibi kavramlar tüketici algısında da değişim yaratıyor mu?
Evet, artık günümüzde tüketiciler, ürün veya hizmetin sadece işlevi veya fiyatıyla değil nasıl üretildiği ile de ilgileniyor. Bu değişimi bazı araştırma sonuçları üzerinden de görebiliyoruz. Türkiye’de tüketicilerin “yeşil ve çevre dostu ürün/hizmet tüketimi” konusundaki davranışlarını, beklentilerini ve satın alma alışkanlıklarını ölçmek amacıyla 2011 yılından bu yana Schneider Elektrik desteği ile Sürdürülebilirlik Akademisi tarafından “Yeşil Tüketim Araştırması” yapılıyor. Bu araştırmalardan elde edilen önemli bazı sonuçlar ise şöyle:
* Tüketicinin yeşil ve çevre dostu olmasına en çok önem verdiği ürünlerin başında gıda ürünleri geliyor.
* Tüketicilerin yüzde 74’ü yeşil ve çevre dostu ürünü tanımlayabiliyor,
* Tüketicilerin yüzde 90’ı çevre dostu markaları kendilerine daha yakın hissettiklerini söylüyor,
* Tüketicilerin yüzde 71’i yeşil ürün sayısını yetersiz buluyor,
* Tüketicilerin yüzde 55’i ürün/hizmet satın alırken, o ürünün/hizmetin çevreye verdiği olumlu veya olumsuz etkilerini göz önünde bulundurduklarını belirtiyor,
* Tüketicilerin yüzde 73’ü bütçelerini sarsmaması koşuluyla yeşil ürüne biraz fazla ödeyebileceğini söylüyor.